Ankara; ülkemizin başkenti olan güzide kent… Bu kent, tarihte farklı adlarla anılmış, Helenistik Dönemde de Roma Döneminde de Selçuklu’da da Osmanlı’da da varlığını sürdürmüş ve zaman zaman da merkez olarak kullanılmış.
Bir Anadolu kenti olan Ankara, ilerleyen dönemde başkent seçilmesinin ardından günbegün gelişir oldu. Bu başkent de kendisine hem geçmişiyle hem bugünüyle; hem üniversiteleriyle hem de sanayi kuruluşları ile bir ekosistem kurdu. Bu ekosistemin ana odağına ise her zaman ilerlemeyi aldı ve teknoloji ile arasında ayrılmaz bir bağ kurdu.
Teknoloji denildiğinde akla genelde robotlar, yazılımlar, yapay zeka teknolojileri gibi yenilikler geliyor. Oysaki, TDK “teknoloji” sözcüğünü tanımlarken şu tanıma da yer vermekte: “İnsanın maddi çevresini denetlemek ve değiştirmek amacıyla geliştirdiği araç gereçlerle bunlara ilişkin bilgilerin tümü.” Bu tanımdan da yola çıkarak teknoloji sözcüğünü çok geniş bir yelpazeye oturtabiliriz. İnsanın hayatını kolaylaştırma amacıyla ürettiği her şey birer teknoloji aslında. Örneğin, Ankara’daki müzeleri ziyaret ettiğinizde eski uygarlıkların “son teknolojileri” ile karşılaşmanız kaçınılmaz çünkü o dönemin taştan bıçakları, okları, tırpanları, tekerleği, kaşığı ve çatalı gibi her türlü araç-gereci döneminin ileri teknolojisi idi aslında. Ankara pek çok eski uygarlığa ev sahipliği yaptığı için geçmişinde de bir teknoloji şehri olma durumu söz konusu bu nedenle. Daha o zamandan belliymiş Ankara’nın böylesine güçlü bir teknoloji kenti olacağı. Günümüze geldiğimizde ise her zaman kendisini geliştiren ve büyüyen bir Ankara görüyoruz. Ankara, hem önemli devlet kurumlarının hem de çok sayıda kaliteli üniversitenin, teknokentin, girişimlerin, özel sektör firmasının ve sanayinin bulunduğu bir Silikon Vadisi adeta!
Şimdi gözlerinizi kapatın ve kuş bakışı olarak Ankara’daki Eskişehir yolunu gözünüzün önüne getirin: Bir yanda ODTÜ, Bilkent, Hacettepe gibi çok önemli üniversiteler, diğer yanda sanayi kuruluşları, özel sektör girişimleri, devlet kurumları, kafeler, alışveriş merkezileri, bankalar ve finans kurumları ve parlak fikirlerin büyüyüp yeşerdiği teknokentler var. İşte, tam da bu yüzden burayı bir Silikon Vadisi’ne benzetiyoruz!
Yani, teknoloji kenti olmak için gereken ekosistem bu kentte halihazırda zaten var. Olanak var, potansiyel var, çalışma ve üretme isteğine sahip bir iş gücü var…
20’den fazla üniversite, 10 teknoloji geliştirme bölgesi ya da teknokent/teknoparklar, 12 organize sanayi bölgesi ve 129 adet AR&GE merkezine sahip olan Ankara’da var olan ekosistemi koruyup genişletmek ve geliştirmek de bizlere düşüyor. Her birimiz elimizi taşın altına koyduğumuzda bir şeyleri başarıp kentimizi ve sonrasında ülkemizi kalkındırabiliriz. Kalkınmaya giden kapının kilidini açacak altın anahtar da kesinlikle İş birliği. Çizginin Dışındakiler kitabında Malcolm Gladwell iş birliği üzerine diyor ki: Bir meşe ağacının bu kadar görkemli ve büyük olması meşe ağacının salt kendi başarısı değildir; aynı zamanda ormandaki diğer ağaçlar ona yardım etmişler ve onun ışığını engellememişlerdir, meşenin bulunduğu toprak zengin ve bereketlidir, ve bir ormancı bu meşeyi vaktinden önce kesmemiştir… Yani, ancak bu iş birliği sonucunda meşe ağacı en uzun ve görkemli meşe ağacı olabilmiştir. Biz de birbirimizin ışığını kesmeden, birbirimize olanaklar sağlayarak ve sırt sırta vererek teknoloji kenti Ankara’yı daha da ileriye taşıyabilir, markalaştırabiliriz. Bu iş birliği ve meşe ağacı metaforunu unutmamakta yarar var. Ankara, çok eski bir coğrafya ve çok büyük bir potansiyeli de bünyesinde barındırıyor. Onun, dünya ormanındaki en uzun meşe ağacı olması da bu teknoloji ekosisteminde yer alan herkesin seferberliğinden geçiyor.
Sözü edilen iş birliğinin en belirgin ve özel örneklerini teknokentlerde görmek mümkün. Üniversiteleri, devlet kurumlarını ve özel sektör firmalarını bir araya getirmeyi ve girişimcilere kucak açmayı görev edinmiş bu kurumlar Ankara’da güzel bir temsile sahip: Ankara, bünyesinde 10 teknokent barındırıyor! Örneğin, ODTÜ TEKNOKENT, üniversite ortaklığı ile 2800’den fazla proje gerçekleştiriyor ve 1,7 milyar dolar teknoloji ihracatı yaparak ekonomimize katkı sunuyor. Öte yandan Hacettepe Teknokent, 300’den fazla farklı firmaya ev sahipliği yapıyor ve 4030’dan fazla ar-ge personeli ile araştırma-geliştirme konularında öncülük etmek için canla başla çalışıyor. Tarım ve hayvancılık sektörü için son derece değerli işler yapan Ankara Üniversitesi Teknokent’i de bünyesinde 120’den fazla firmayı barındırıyor ve bu firmaların %19’u gıda, tarım ve hayvancılık alanlarında faaliyet gösteriyor. Tarım ve hayvancılık, Ankara ve ülkemiz için çok önemli bir yere sahipken bu teknokentin çalışmaları da çok anlamlı bir yerde konumlanıyor. Ostim Organize Sanayi Bölgesinde yer alan Ostim Teknopark örneği de sanayi kuruluşlarının, küçük esnafın, girişimcilerin ve üniversitelerin bir araya gelmesi ve üretmesi noktasında son derece kıymetli bir oluşum. Bu teknokent, daha çok girişimcilerin, sanayideki yetkinlik ve bilgi birikiminden birinci elden yararlanmalarına kolaylık sağlamayı amaç ediniyor. Bu teknoparkın pek çok ortağı var ve girişim ekosisteminde yardımlaşma ve iş birliği açısından harika bir örnek olarak karşımıza çıkıyor.
Kısa kısa örneklerle birkaçına yer verebildiğimiz bu teknokentlerden yer veremediklerimiz de çok başarılı girişimcilere ve çok önemli iş birliklerine imza atıyorlar her geçen gün. Teknokentlerin yanı sıra Ankara’yı teknoloji kenti yapan bir diğer unsuru da ele almadan olmaz: Savunma sanayi ekosistemi. Ankara Ticaret Odasının 2021 Faaliyet Raporuna göre Türkiye genelindeki savunma sanayi sektörüne Ankara’nın katkısı tüm sektörün %70’inden fazlasını oluşturuyor ve Ankara toplamda 46 savunma sanayi firmasına ev sahipliği yapıyor. Tüm sektörün değeri 8,85 milyar dolarken sadece Ankara tek başına 6,37 milyar dolar gelir üretiyor. Teknoloji kenti olmasının en önemli etkenlerinden biri olan savunma sanayi konusunda da ASELSAN, HAVELSAN ve TUSAŞ gibi kurumlar akla geliyor. Ancak bir konuyu unutmamamız gerek. Koca bir ekosistemden söz ederken yelpazemizi geniş tutmalıyız!
Savunma sanayi bir yandan bu kadar başarılı işler yaparken teknokentlerdeki girişimler de bir hayli başarılı olmalı, yeni girişimler markalaşarak önce Ankara’yı sonra Türkiye’yi tanıtmalı ve büyüyen sektörlerin potansiyellerini göz ardı etmeden farklı sektörlerin nabzını tutmalıyız ki başarılı ve hayatın farklı alanlarına dokunan girişimler Ankara’da doğabilsin. Ankara birçok markası ile bunu başarmış durumda.
Daha uzun süre dayanabilen şarj kapasitesi sayesinde daha uzun menzillere gidebilecek e-scooterlar üretme iddiasıyla yola çıkan Ankara girişimlerine hem Ankara’nın hem de Türkiye’nin ihtiyacı var. Ankara’daki ekosistemin oyun sektöründeki yetkinliğini de unutmamak gerek. Loop Games, Panteon, TaleWorlds ve adını sayamadığımız yüzlerce mevcut ve potansiyel oyun şirketimiz sayesinde Ankara’nın adını Türkiye ve dünya oyun sektörüne de altın harflerle kazıyacağız eminim ki. Oyun sektöründe ihracat lideri bir şehirden bahsediyoruz aslında.
‘’Get in the Ring’’ gibi uluslararası start-up ve girişim etkinliklerine başkent olarak ev sahipliği yapmak da Ankara’nın sahip olduğu bu çok yönlü ve güçlü oyuncuları ve ekosistemi dünyaya göstermek için büyük bir fırsat. Bu sene Ankara’da Bilkent Cyberpark’ta düzenlenen bu prestijli etkinliğe sponsor olmuş olmak ve aynı günde Türkiye’nin ilk Web3, AR&GE ve inovasyon merkezini açmış olmak da gerçekten gurur ve mutluluk vericiydi bizler için.
Hep sözünü ettiğimiz ekosistemin devamı, büyüyüp gelişmesi ve Ankara’nın teknoloji alanında ilerlemesi de altın anahtar olan iş birliğinden geçiyor. Potansiyelimizi, gençlerimizi, girişimlerimizi, teknokentlerimizi, atılımlarımızı ve yatırımlarımızı kullanarak ve hep birlikte çalışarak en uzun ve görkemli meşe ağacı olabiliriz. Bunu da Ankara’nın teknoloji bağını bilerek, geçmişteki duruşunu öğrenerek, geleceğe yönelik potansiyelini doğru analiz ederek yapabiliriz. Bugün e-scooter olarak başlayan şirketler, yarın oyun sektöründe önemli yere sahip Ankara merkezli markalar, fintech sektöründen web3 ve metaverse, yapayzeka markalarına kadar giden başarılar diğer gün bir başka girişimler bizlerin bu ekosistemini büyütecek. Bizler de birbirimizin gün ışığını kesmezsek ve bu bereketli ekosistemde birbirimize destek olursak Ankara neden ormanın en uzun ve görkemli meşesi olmasın…