Dünya Sağlık Örgütü’nün Salgınları Yönetmek: Önemli Ölümcül Hastalıklarla İlgili Temel Bilgiler el kitabında (Managing Epidemics: Key Facts About Major Deadly Diseases, 2018) belirtildiği gibi, geçtiğimiz yirmi yıl pek çok ölümcül salgının yaşandığı bir zaman dilimi oldu. 2003’te daha önce kimsenin duymadığı SARS koronavirüsü sekiz binden fazla kişiye bulaştı, 2009’ da başlayan H1N1 influenza salgını ise bu yüzyılın ilk pandemiği oldu. Suudi Arabistan’da 2012-2013 yıllarında ortaya çıkan MERS koronavirüsü ise Ortadoğu dışındaki pek çok ülkeye yayıldı. 2014 yılında Batı Afrika’da başlayan ve kıta dışına yayılan Ebola salgınından sonra bu sefer de 2015 yılında başlayan Zika virüsü salgını 70 ülkeye yayıldı. Özellikle Zika virüsü sebebiyle Brezilya’da bebeklerde geniş çaplı mikrosefali vakalarının olması ve Rio 2016 Yaz Olimpiyatları’nın salgın nedeniyle sönük geçmesi pek çok insanın hâla hatrındadır. Ortaçağ hastalığı olarak bilinen vebanın 2017 yılında Madagaskar’da büyük bir salgın olarak gerçekleşmesi ve ardında binlerce hasta ve yüzlerce ölü bırakmış olması ve 2019 yılında Çin’in İç Moğolistan bölgesinde de veba vakalarının yaşanması hastalıkların (çok eski de olsa) hiç bir zaman yok olmayacağını gösteriyor. Kolera, veba ve sarıhumma gibi eski hastalıkların aralıklarla geri döndüğü ve hâla can aldığı bilinen bir durum.
2019 sonunda başlayan yeni koronavirüs (Covid-19) salgını hakkında Dünya Ekonomik Forumu internet sayfasında yer alan bir çalışmaya göre (“3 charts that compare coronavirus to previous outbreaks” ,19 Feb 2020) yeni koronavirüs salgınının SARS ve MERS koronavirüs salgınlarına göre kısa sürede çok daha fazla kişiyi etkilediği, önceki salgınlardan daha hızlı yayıldığı ama öldürücü etkisinin daha az olduğu aşağıdaki grafiklerde gösteriliyor:
21. yy’ın ilk çeyreği henüz dolmamışken insanlığın böyle büyük tehditlerle karşılaşması, önümüzdeki yıllarda her ihtimale karşı hazırlıklı olmamız gerektiğini gösteriyor- ve teknoloji bu hazırlıkta çok önemli bir yer tutacak. Yeni yaşanan Covid-19 koronavirüsü salgını, gelecekteki salgınlara ve başka büyük biyolojik tehditlere karşı yapılacak hazırlıklar ve verilecek tepkiler için yeni teknolojilerin ne kadar önemli olabileceğini kanıtladı. BlueDot isimli Kanadalı bir girişim yapay zekâ güdümlü bir algoritma sayesinde Covid-19 salgınını Dünya Sağlık Örgütü’nden dokuz gün önce duyurmakla kalmadı, ayrıca virüsün Wuhan’dan Seul, Bangkok,Taipei ve Tokyo’ya sıçrayacağını da öngördü.
Reuters’ten Robyn Mak’ın 24 Ocak 2020 tarihli haberine göre Ping An sigorta grubunun birimleri Shenzhen ve Chongqing yerel hükümetleriyle bir anlaşma yaparak bu bölgeler için influenza ve diğer bulaşıcı hastalıkların yayılmasını %90 üzerinde bir doğrulukla tahmin edebilen algoritmalar geliştirmeye başladı.
Yeni tip koronavirüsün merkezi konumundaki Wuhan şehri de geçtiğimiz Aralık ayında Huawei ile akıllı şehir olmak yolundaki dönüşümler için bir anlaşma yapmıştı. Bu anlaşma aynı zamanda acil durumlara hızlı tepkiler vermeyi sağlayan mekanizmaları da içermesi itibariyle olası salgın hastalıkları kontrol altına almayı kolaylaştıracaktı – fakat olası salgın çok çabuk ve beklenmedik bir şekilde gerçekleşti.(Akıllı şehirlerin büyük veri ekosistemleri şehir yöneticilerini büyük veya beklenmedik değişimlerden anında haberdar edebilmeleri sayesinde kriz yönetimini kolaylaştırıyor, eğer Wuhan şehri akıllı şehir dönüşümünü tamamladıktan sonra bu salgın yaşansaydı belki de salgının kontrol altına alınması daha kolay olacaktı.)
Covid-19 salgını dronların ne kadar faydalı olabileceğini de gösterdi, Shenzhen merkezli MicroMultiCopter (MMC) şirketinin salgın bölgelerinde görev yapan dronları şehirlerde ve kırsalda hastalığın yayılmaması için devriye gezerek maske takmayan vatandaşları tespit ediyor ve onları dron üzerindeki megafon yoluyla uyarıyor. Üzerinde termal kameralar olan dronlar ise hasta insanları tespit etmek için kullanılırken, dezenfektan spreylere sahip dronlar da okulların ve pazar alanlarının spreylenerek temizlenmesini sağlıyor. İnsanların yapacağı işlerin dronlar tarafından yapılması hem tasarruf sağlıyor hem de hastalığın daha fazla yayılmasının önüne geçiyor.
Johns Hopkins Üniversitesi Bloomberg Kamu Sağlığı Okulu Sağlık Güvenliği Merkezi’nin hazırladığı “Technologies to Address Global Catastrophic Biological Risks” raporu küresel biyolojik felaket risklerine (global catastrophic biological risks -GCBR- ) karşı etkili olabilecek bazı teknolojileri belirliyor ve bu teknolojileri beş ana grupta topluyor. Küresel biyolojik felaketler; devletlerin, özel sektörün ya da uluslararası örgütlerin kontrol etmekte yetersiz kaldığı ve biyolojik faktörlerin sebep olduğu çok ani, sıradışı ve hızla yayılan felaketler olarak tanımlanmış. Bu biyolojik faktörler doğal yollarla oluşmuş, kasten yaratılmış ve salınmış veya labaratuvar ürünü olup bir şekilde dış dünyaya ulaşmış olabilir. Küresel biyolojik felaketler ve pandemikler nadir olsa da küresel ısınma, artan seyahat imkanları, şehirleşme ve nüfus artışı sebebiyle riskler artıyor. Biyoteknolojinin mikroorganizmaların manipüle edilmesinde daha etkili hale gelmesi de bu organizmaların bir şekilde yanlış kullanılabileceği veya salgınlara sebebiyet verebileceği endişesini doğuruyor.
İlk grup “hastalık tespiti, gözetim ve durum farkındalığı” başlığı altında toplanan teknolojilerden oluşuyor. Bu grupta yer alan her yerde uygulanabilecek genomik dizileme ve analiz teknolojileri, patojenlerin yapılarının eş zamanlı ve yerinde tespit edilmesini sağlıyor. Havada , karada ve suda görev tapabilen dronlar ise donatımlarındaki çeşitli sensörler sayesinde çevredeki ve ekosistemdeki değişimleri vakitlice fark etmemize yardımcı olacak. Bu grupta verilen son teknoloji ise tarımsal patojenlerin uzaktan gözlenmesine yardımcı olacak ileri uydu görüntüleme teknikleri, böylece önemli mahsullerin uğrayabileceği olası bozulmalara çabucak müdahale edilerek bozulmalar en aza indirilecek.
İkinci grup ise “bulaşıcı hastalık tespiti” başlığı altındaki teknolojilerden bahsediyor: mikroakışkan çipler, elde taşınabilir kütle spektrometrisi, hücresiz teşhis (cell-free diagnostics). Mikroakışkan çipler tanı koymayı daha kolay, ulaşılabilir ve zorlu koşullara uygun bir hale getirirken elde taşınabilir kütle spektrometrisi sahada ileri teşhis yapmayı sağlayabilir. Hücresiz teşhis tekniğiyle de renkli ve gözle görülebilir çıktılar oluşturularak patojenin yapısı daha kolay yorumlanabilir.
Üçüncü gruptaki teknolojiler ise patojene karşı tedbir almayı sağlayan, merkezi olmayan ve farklı bölgelerde ilaçların ve tıbbi materyallerin üretilmesini sağlayan araçlardan oluşuyor. Kimyasalların ve biyolojik maddelerin 3D yazıcılarla üretilmesi, organ nakillerinden ilaçlara pek çok tıbbi ihtiyaca yönelik talebin hem şehirlerde hem de ulaşılması zor coğrafyalarda karşılanabilmesi anlamına geliyor. Sentetik biyolojik maddelerin üretilebilmesi ise ilaçların ve aşıların geleneksel imalat yöntemlerinden çok daha hızlı ve fazla miktarda üretilebilmesine ve yeni ilaçların daha hızlı keşfedilmesine yardımcı oluyor.
Dördüncü gruptaki teknolojiler ise tıbbi karşı önlemlerin dağıtımına ve yönetimine yönelik. Aşılama kampanyalarının yönetiminde mikroarray çiplerin kullanılması geniş çaplı kitlesel aşı kampanyalarının yönetimini kolaylaştırırken aynı zamanda ciddi zaman tasarrufları sağlayabilir. Tıpkı hastalıkların bulaşması gibi kendi kendine nüfusa yayılabilen bulaşıcı aşıların geliştirilmesi de üzerinde çalışılan bir konu, böylece aşıların çabuk ve etkili bir şekilde geniş kitlelere ulaşması hedefleniyor. Aşılar üzerindeki bir diğer çalışmaysa içilebilir bakteriler üreterek bunların insanların içerisinde salgına sebep olan patojene karşı antijen üretmesini sağlamak. Bu gruptaki diğer teknolojiler ise dronlar yoluyla malzeme tedarik edilmesi (buna örnek olarak koronavirüs salgınından ağır etkilenen Çin’de yapılan malzeme tedarikleri gösterilebilir) ve kendini kuvvetlendiren mRNA aşıları (self-amplifying mRNA vaccines).
Son grupta ise tıbbi bakım ve ameliyat kapasitesine yönelik teknolojiler yer alıyor. İlk olarak, robotların ve tele-sağlık (veya e-sağlık) teknolojilerinin sayesinde küresel biyolojik bir felakete karşı tıbbi müdahalelerin geleneksel olmayan, ev gibi ortamlarda bile gerçekleştirilmesi mümkün olacak. Bunun dışında; uygun fiyatlı, taşınabilir, mekanik ve otomatikleştirilmiş bir kullanıcı arayüzüne sahip suni solunum cihazları bir pandemik durumunda pek çok hastanın bakımı ve belki de kurtuluşu için önem taşıyan teknolojiler arasında. Raporda sözü geçen teknolojilerin yaratabileceği fark (dikey eksen), saha uygulamaları için hazırlık seviyesi (yatay eksen) ve ihtiyaç duydukları yatırım (küre büyüklüğü) aşağıdaki grafikte gösteriliyor.